Belirsiz Alacak Davası - Kısmi Dava
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
E: 2015/2552 K: 2018/1023 K.T.: 09.05.2018
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Eskişehir 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 29.05.2014 gün ve 2013/1281 E., 2014/328 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 16.12.2014 gün ve 2014/33641 E., 2014/35850 K. sayılı kararı ile;
“….Davacı vekili, davanın belirsiz alacak davası olduğunu belirterek ve müvekkili işçinin asıl işveren olan davalıya ait Devlet Su İşleri Eskişehir 3. Bölge Müdürlüğü 31. Şube Müdürlüğüne ait atölyelerde usta sıfatı ile çaldığını, üyesi bulunduğu sendika ile işveren arasında bağıtlanan 12. 13. 14. ve 15. dönem toplu iş sözleşmelerinin 103. maddesinin 2. bendinde “Bürolarda istihdam edilen işçiler hariç olmak üzere çeşit ve büyük-küçük ayrımı yapılmaksızın tüm atölyelerde fiilen Formen, Bakım Onarım Formeni, Atölye İmalat ve Tamir Kontrolörü. Postabaşı, Ustabaşı, Usta, Usta Yardımcısı, Atölye Yağcısı görevlerinde çalışanlar ile Seyyar Tamirhane Usta ve Yardımcılarına ve Kanalet, Beton Boru, Direk Fabrikalarında çalıştırılan işçilere çıplak yevmiyesinin %5’i tutarında yıpranma primi ödenir. Bu ödeme senelik izin, ücretsiz izin ve raporlu günler dışında kalan günler için yapılır.” yönünde düzenleme bulunduğunu, yapmakta olduğu görev gereği ödenmesi gereken yıpranma priminin Ekim 2013 tarihine kadar kendisine ödenmediğini ileri sürerek yıpranma prim alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacının çalışmış olduğu Devlet Su İşleri Eskişehir 3. Bölge Müdürlüğü 31. Şube Müdürlüğü bünyesinde atölye bulunmadığını ve davacının ünvanının toplu iş sözleşmenin ilgili maddesinde sayılan ünvanlardan olmadığını, bu sebeple yıpranma primine hak kazanamayacağını beyanla davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının Devlet Su İşleri Eskişehir 3. Bölge Müdürlüğü 31. Şube Müdürlüğü atölyesinde usta sıfatı ile çalıştığı, çalıştığı birim ve yaptığı işin niteliği gereği toplu iş sözleşmelerinin 103. maddesinin 2. bendinde maddesinde düzenlenen %5’lik yıpranma primi alacağına hak kazandığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanunun 107. maddesine göre,
“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.
6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır. Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirlyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.
Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, şahit anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alman süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, şahit anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.
Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davatıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından. dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2. maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarihli 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).
6100 sayılı Kanun’un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanun’un 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz. Keza aynı şey kısmî dava için söz konusudur.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;
Davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Uyuşmazlık konusu yıpranma prim alacağı bakımından, talep içeriğinden açıkça anlaşıldığı üzere, davacı çalışma süresini ve aylık ücret miktarını belirlenebilmektedir. Bu halde yıpranma prim alacağı belirsiz alacak değildir. Dava konusu edilen alacağın gerçekte belirlenebilir bir alacak olması ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği anlaşılmakla, hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir…
..”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, yıpranma primi alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin davalı nezdinde pompa ustası olarak görev yaptığını, bu görev nedeniyle halen geçerli olan 15’inci Dönem Toplu İş Sözleşmesi (TİS) ve önceki dönemlere ait 12, 13 ve 14’üncü dönemler TİS’lerinde de mevcut olan 103/2’nci maddesi gereğince müvekkiline yıpranma priminin ödenmesi gerektiğini, 2013 yılı Ekim ayından sonra bu primlerin ödenmeye başlandığını ancak geriye dönük alacakların ödenmediğini, belli bir miktar belirtmek suretiyle alacakların belirlenmesi için belirsiz alacak davası açtıklarını, anılan alacağın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davacının 5 yıldan fazlaya isabet eden talebinin zamanaşımı nedeniyle reddinin gerektiğini, talep edilen faizin ve türünün de kabulünün mümkün olmadığını, davacının 31’inci Şube Müdürlüğünde çalıştığını ve söz konusu Müdürlük bünyesinde atölye bulunmadığını, bu bağlamda davacının TİS’nin 103/2’nci maddesinde belirtilen unvanlardan olmaması nedeniyle dava konusu yıpranma payı bakımından müvekkilinin sorumluluğunun bulunmadığını bildirerek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davacının yaptığı işin niteliği gereği TİS’nin 103/2’nci maddesi kapsamına girdiği, kaldı ki davalı tarafça da bu hususun sonradan kabul edilerek 15.09.2013 tarihinden itibaren davacıya yıpranma primi ödenmeye başlandığı, davacının TİS’nde belirtilen şartları taşıdığından yıpranma primine hak kazandığı gerekçesiyle bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece yıpranma prim alacağının hesaplanması yönünden davacının çalışma süresinin yıllara göre ayrı ayrı hesabının yapılması gerektiği, yıllara göre bilfiil çalıştığı günlerin ve ödenen ücretlerin değiştiği, davacı işçinin davayı açarken her bir yıl bakımından bilfiil çalıştığı süreleri izinli ve raporlu olduğu günleri ayırt ederek tespit edip buna göre belirli alacak davası açmasının mümkün olmadığı, alacağın belirlenmesinin işverenin tuttuğu fiili çalışma gün ve saatlerinin belirlenmesi ile davacının şahsi sicil dosyasının mahkeme dosyası içerisine alınarak incelenmesi sonucunda tespitinin mümkün bulunduğu, ayrıca yargılama sırasında yapılan keşifle davacının görev tanımının belirlendiği, yıpranma prim alacağının belirsiz alacak olmadığı, işçi ve işveren arasında özellikle ücret, çalışma süresi ve işin niteliği (sürekli- mevsimlik- kısmi zamanlı) gibi konularda yaşanan uyuşmazlıkların iş yargılamasının en ağırlıklı kısmını oluşturduğu, mevzuat, uygulama ve yargı kararları gereği ancak iş yargılaması ve bu yargılama esnasında bilirkişi incelemesi yaptırılarak çözümlenebilen bu tür uyuşmazlıkların niteliği gözetildiğinde; yıpranma prim alacağının tamamının işçi tarafından belirlenebileceği yönündeki peşin kabul ile belirsiz alacak davasına konu edilememesi ve bu nedenle hukuki yararının dahi bulunmadığı kabul edilerek davasının reddedilmesinin ekonomik yönden zayıf durumda olan işçi yönünden hakkaniyete aykırı olduğu gibi hak arama özgürlüğünün özüne de aykırı olduğu, davacı tarafça açılan davanın niteliği yönünden yapılan değerlendirmede ise dava tarihi itibariyle 6100 sayılı HMK’nın yürürlüğe girdiği tarihten sonra bu davanın açıldığı, dava dilekçesinde davanın türünün belirsiz alacak davası olarak nitelendirildiği belirtilmiş ise de, dava dilekçesinde belirtilmesi gereken zorunlu unsurlar arasında “dava türü”nün yer almadığı, taraflar arasındaki, çalışmanın niteliği ve süresinin tartışmalı olması hâlinde davacı tarafın, belirsiz alacak davası açabileceğinin mahkemenin kabulünde olması, 6100 sayılı HMK’nun 31’inci maddesi kapsamında hâkimin davayı aydınlatma yükümlülüğü ve anılan kanunun 33’üncü maddesine göre hâkimin Türk Hukukunu re’sen uygulaması ilkesi çerçevesinde davacı tarafın dava dilekçesinde belirsiz alacak olarak talepte bulunmuş olması karşısında, davaya belirsiz alacak davası olarak bakıldığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: somut olayda dava konusu yıpranma primi alacağının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle belirsiz alacak davasının hukukî niteliğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107’nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 107’nci maddesinde yer alan,
“1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde; “bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmaması ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hallerde yalnızca tespit yahut kısmi edâ ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca edâ davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi edâ ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahip olduğu, hak-arama özgürlüğünün (…m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamayacağı, esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her edâ davasının temelinde bir külli tespit unsuru bulunduğu, başka deyimle edâ hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kriterler kabul edilmiştir.
Bu kriterler, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
1-Davacının kendisinden beklenememesi,
2-Bunun olanaksız olması,
3-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usûl ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.
İşçilik alacakları bakımından, dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kriteri ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kriterini birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.
Öncelikle şu hususa değinmek gerekir ki, işçilik alacaklarına ilişkin davaların genel bir yaklaşımla, belirsiz alacak davası olduğu söylenemez. Ancak belirsiz alacak davasının açılabilmesinin koşulu olan, talep sonucunun belirlenmesi alacaklıdan beklenemeyecek kadar zor ise şüphesiz bu tür talepler belirsiz alacak davası olarak açılabilecektir. Örneğin, kıdem tazminatı da dahil olmak üzere bir iş kazasından kaynaklanan veya bunun gibi alacağın tam belirlenemediği özel durumlarda belirsiz alacak davası açma imkanı mevcuttur (Pekcanıtez H., Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulaması, DEÜ Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl:2013, Cilt:XXV (Özel Sayı Prof. Dr. M. Polat Soyer’e Armağan), İzmir 2014, s. 949).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.12.2012 gün ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği üzere işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde bu nedenle talep konusu işçilik alacaklarının belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 gün, 2015/22-1156 E., 2015/1598 K. sayılı, 22.06.2016 gün, 2016/22-874 E., 2016/824 K. sayılı ve 17.01.2018 gün, 2016/22-2181 E., 2018/24 sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
Öte yandan işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtay’ın iş davalarına bakan Daireleri olan 7, 9 ve 22. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu içtihatları arasında ortaya çıkan farklılığın giderilmesi için Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda 15.12.2017 gün ve 2016/6 E.-2017/5 K. sayılı kararı ile “İşçilik alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik alacaklarında dahi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte, her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağından içtihadı birleştirmeye gerek olup olmadığını ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı” yönünde karar verilmiştir.
Bu noktada, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı ancak alacağın gerçekte belirlenebilir bir alacak olduğunun anlaşılması durumunda nasıl bir yol izleneceği hususu açığa kavuşturulmalıdır.
İlk olarak dava şartları ve dava şartlarından olan hukuki yarar kavramının üzerinde kısaca durulmasında yarar bulunmaktadır.
Dava şartları 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114-115’inci maddelerinde düzenlenmiş olup davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllerdir.
Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da, açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak, mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, kural olarak davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı (kural olarak) dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür (m. 115/2, c. 1; istisna m. 115/2, c. 1 ve c. 2) (Kuru, B. Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Legal Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2015, s.120).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h bendine göre davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması bir dava şartıdır. Maddenin gerekçesinde; “Burada sözü edilen hukuki yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hali hazırda hukuken korunmaya değer bir yararın bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hali hazırda mahkeme kararına muhtaç konumda değilse onun hukuki yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir.” şeklinde açıklanmıştır.
Davacının dava açmaktaki yararının hukuki, korunmaya değer, güncel ve dava açıldığı anda var olması gerekmektedir.
Belirsiz alacak davası yönünden konu değerlendirildiğinde, belirsiz alacak davasının koşulları bulunmadığı halde bu tür davanın açılması durumunda, davanın açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmeli ancak hakim bu hukuki yararı eksikliğinin tamamlanması için davacıya süre vermemelidir. Bazı dava şartı eksikliği sonradan tamamlanabilse de, hukuki yarar şartı eksikliği tamamlanamaz. Çünkü açıklandığı üzere dava şartları dava açıldığı tarih esas alınarak belirlenir (Pekcanıtez, a.g.e, s. 954).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.03.2018 gün, 2014/22-2350 E., 2018/439 K. sayılı kararında da hukuki yararın tamamlanamayacak bir dava şartı olduğu kabul edilmiştir.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacı vekili müvekkilinin toplu iş sözleşmeleri gereği kendisine ödenmesi gereken yıpranma primi alacağının 2013 yılı Ekim ayından itibaren müvekkiline ödendiğini, geriye dönük olarak alacaklarının ödenmediğini ileri sürmüş, davalı ise davanın zamanaşımı nedeniyle reddinin gerektiğini, esas yönden ise davacının toplu iş sözleşmesinin ilgili maddesinden yararlanamayacağı gerekçesiyle davanın reddini savunmuş, mahkemece bilirkişi raporunda hesaplanan miktarlar üzerinden anılan alacak hüküm altına alınmıştır.
DSİ Genel Müdürlüğü ve Bağlı İşyerlerinde uygulanmak üzere Tes-İş ve Kamu-İş Sendikaları arasında bağıtlanan 12’nci (Yürürlük Süresi: 01.03.2007-28.02.2009), 13’üncü (Yürürlük Süresi: 01.03.2009-28.02.2011) ve 14’üncü Dönem İşletme Toplu İş Sözleşmelerinin (Yürürlük Süresi: 01.03.2011-28.02.2013) 103/2’nci maddesi “..Bürolarda istihdam eden işçiler hariç olmak üzere çeşit ve büyük-küçük ayrımı yapılmaksızın tüm atölyelerde fiilen formen, bakım onarım formeni. Atölye imal ve tamir kontrolünü, posta başı, usta başı, usta, usta yardımcısı, atölye yağcısı görevlerinde çalışanlar seyyar tamirhane usta ve yardımcıları ve kanalet, beton boru ve direk fabrikalarında çalıştırılan işçilere çıplak yevmiyelerinin %5 i tutarında yıpranma primi ödenir.” şeklindedir.
6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 26/2’nci maddesinde ise “Kuruluşlar, çalışma hayatından, mevzuattan, örf ve adetten doğan uyuşmazlıklarda işçi ve işverenleri temsilen; sendikalar, yazılı başvuruları üzerine iş sözleşmesinden ve çalışma ilişkisinden doğan hakları ile sosyal güvenlik haklarında üyelerini ve mirasçılarını temsilen dava açmak ve bu nedenle açılmış davada davayı takip yetkisine sahiptir. Yargılama sürecinde üyeliğin sona ermesi üyenin yazılı onay vermesi kaydıyla bu yetkiyi etkilemez.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Dava, 6356 sayılı Kanunun anılan hükmü uyarınca davacının verdiği yetki ile toplu iş sözleşmesinin tarafı olan Tes-İş Sendikası tarafından açılmış olup, davalının kamu kurumu olduğu da gözetildiğinde, davacı, bordrolarına ve toplu iş sözleşmesi hükümlerine göre belirlenen çıplak yevmiyesi üzerinden toplu iş sözleşmesinde yer alan açık hükme göre dava konusu yıpranma primi alacağını belirleyebilecek durumdadır.
Diğer taraftan, somut olayda, davacının alacağının miktar ve değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması, bu belgelere dava açma hazırlığı dönemde ulaşmasının da mümkün olmaması ve alacağının miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği bir durum da söz konusu değildir. Bu hâlde, davacının alacaklarını hesaplayabilmesi noktasında objektif veya subjektif imkânsızlıktan bahsedilemez.
Tüm bu açıklamalar karşısında, dava konusu yıpranma primi alacağının belirlenebilir nitelikte olduğu anlaşılmakla hukuki yarar yokluğu sebebiyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekmektedir.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.04.2018 gün, 2015/22-2275 E., 2018/782 K. sayılı kararında da aynı sonuca varılmıştır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, somut olayda davacının günlük yevmiyesine ve çalışma süresine göre yıl yıl hesap yapmasının kendisinden beklenemeyeceği, Özel Dairece belirsiz alacak davası açılamayacağı ve davacının hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiğine değinen bozma kararının hatalı olduğu, hukuki yararın tamamlanabilir bir dava şartı olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.
Hâl böyle olunca, mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 09.05.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.